Man Utd - Zenit süper kupa finalini izlerken maçın 2. yarısında geldi haber.Melih Gümüşbıçak haberi söylediğinde tüylerim diken diken oldu , inanamadım hemen kalktım yerimden , internetten bakayım dedim ve doğruydu malesef. Karlsruhe- Köln maçının 29. dakikasında Ümit Özat söylenenlere göre kalp krizi geçirmiş.Fazla söylenecek bir şey yok ...
Yedek bekleyenler olarak Ümit ÖZAT abimize buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
30 Ağustos 2008 Cumartesi
29 Ağustos 2008 Cuma
Hazırlayın votkaları bu gece parti var !
Evet efendim az önce son düdük çaldı ve Zenit süper kupayı Man Utd'nun elinden kaptı.Ruslar şimdi dört köşe , maçın sonlarına doğru Abramovich' i gösterirken kamera, sizmisiniz bizi yenen finalde , böyle de geçirir benim memleketim der gibi pis bi sırıtma sezdim yüzünde :)Sanırım maç çıkışı partide içkiler Abramovichten. E ödesin tabi hesap görüldü , intikam alındı...
Maça gelicek olursak Man Utd aslında kötü de başlamadı ilk 10 dakika yine önde basıyordu, topa sahipti, iyi pas yapıyordu vs vs...Zaten bu başlangıca dayanaraktan maçın başında blogumuzun kurucusu "khortytsya"ya yaptığımız " Man Utd bu maçı farkla alır" yorumumdan dolayı da kendisine bir utanç içerisinde olduğumuzu da iletelim buradan :)Futbolu işte bu yüzden seviyoruz ne olacağı hiç belli olmuyor, her an size dediğinizi yutturabilir:) 15. dakikadan sonra ne olduysa oldu Zenit oyunu kontrolüne aldı.Orta sahada Tymoschuk sorumluluğu almaya başlayınca Zenir artık daha rahat Man Utd'nun üstüne gidebiliyordu.İlk yarının sonlarına özellikle Pogrebnyak'la baskısını iyice arttırdı Zenit.Sanırım bu maç Ferdinand'ın da en zorlandığı maçlardan birisi olmuştur, ilk yarıda Pogrebnyak ikinci yarıda Arshavin-Danny kendisini baya bi zorladı.Ve kurduğu baskı sonrası Zenit 44.dakikada Pogrebnyak'la golü buldu.
Soyunma odasına önde giden Zenit 2.yarıya yine tıpkı ilk yarıda olduğu gibi kontrollü başladı.Advocaat 2.yarıda Arshavini oyuna alarak nasılsa skoru yakalamışım, topu ayağımda tutup skorun üstüne yatayım , bulursam kontraataktan gol bulurum dedi.Man Utd'da açıkçası fazla zorlamayınca Advocaat'ın ekmeğine bi anlamda yağ sürmüş oldu.Ardından Danny'nin orta saha çizgisinden topu alıp, gidip attığı gol hem Zenit'i iyice rahatlattı hem de Danny daha çıktığı ilk resmi maçta gol atarak aldığı paranın sonuna kadar hakettiğini de bizlere göstermiş oldu.Bu çocuğa dikkat derim, Şampiyonlar Liginde çok canlar yakacak haberiniz ola !
Man Utd'ya gelicek olursak bu takımın açıkçası Ronaldo'suz hiç bir tadı tuzu yok.Sanki bugün bir süper kupa finaline gelmiş gibi değil de sezon arası Efes cup finaline gelmiş gibilerdi.Tek başına Tevez bi şeyler yapmaya çalışsa da nafile,bütün takım isteksiz olduktan sonra neye yarar...Man Utd 'nun bugün sahada yaptığı tek olumlu hareket attıkları gol olsa gerek, Rooney'nin arka direkte Tevezi görüşü,Tevez'in soğuk kanlı bi şekilde topu kontrolü ve Vidic'e bırakışı, Vidic'in iğne deliğinden topu geçirip attığı gol, seyir zevki hat safhada olan bir andı doğrusu.Ha bir sözüm de Scholes'a ,evladım annen baban sana söylemedi mi hiç, kötü örnek örnek değildir diye..Son dakikadaki Maradonavari hareketinin bedelini de ödersin böyle, o eli ben burda TVden ilk bakışta gördüm ,hakemin onu görmemesi imkansız.
Neyse sonuçta Zenit anasının ak sütü gibi helal olan bir zafer daha elde etti.Man Utd'dan bugün kupayı çok daha fazla istemişler belli...
Bu arada bir dipnot , birisi Bülent Tulun'a 99 Şampiyonlar ligi finalini bir daha izletsin :)
Maça gelicek olursak Man Utd aslında kötü de başlamadı ilk 10 dakika yine önde basıyordu, topa sahipti, iyi pas yapıyordu vs vs...Zaten bu başlangıca dayanaraktan maçın başında blogumuzun kurucusu "khortytsya"ya yaptığımız " Man Utd bu maçı farkla alır" yorumumdan dolayı da kendisine bir utanç içerisinde olduğumuzu da iletelim buradan :)Futbolu işte bu yüzden seviyoruz ne olacağı hiç belli olmuyor, her an size dediğinizi yutturabilir:) 15. dakikadan sonra ne olduysa oldu Zenit oyunu kontrolüne aldı.Orta sahada Tymoschuk sorumluluğu almaya başlayınca Zenir artık daha rahat Man Utd'nun üstüne gidebiliyordu.İlk yarının sonlarına özellikle Pogrebnyak'la baskısını iyice arttırdı Zenit.Sanırım bu maç Ferdinand'ın da en zorlandığı maçlardan birisi olmuştur, ilk yarıda Pogrebnyak ikinci yarıda Arshavin-Danny kendisini baya bi zorladı.Ve kurduğu baskı sonrası Zenit 44.dakikada Pogrebnyak'la golü buldu.
Soyunma odasına önde giden Zenit 2.yarıya yine tıpkı ilk yarıda olduğu gibi kontrollü başladı.Advocaat 2.yarıda Arshavini oyuna alarak nasılsa skoru yakalamışım, topu ayağımda tutup skorun üstüne yatayım , bulursam kontraataktan gol bulurum dedi.Man Utd'da açıkçası fazla zorlamayınca Advocaat'ın ekmeğine bi anlamda yağ sürmüş oldu.Ardından Danny'nin orta saha çizgisinden topu alıp, gidip attığı gol hem Zenit'i iyice rahatlattı hem de Danny daha çıktığı ilk resmi maçta gol atarak aldığı paranın sonuna kadar hakettiğini de bizlere göstermiş oldu.Bu çocuğa dikkat derim, Şampiyonlar Liginde çok canlar yakacak haberiniz ola !
Man Utd'ya gelicek olursak bu takımın açıkçası Ronaldo'suz hiç bir tadı tuzu yok.Sanki bugün bir süper kupa finaline gelmiş gibi değil de sezon arası Efes cup finaline gelmiş gibilerdi.Tek başına Tevez bi şeyler yapmaya çalışsa da nafile,bütün takım isteksiz olduktan sonra neye yarar...Man Utd 'nun bugün sahada yaptığı tek olumlu hareket attıkları gol olsa gerek, Rooney'nin arka direkte Tevezi görüşü,Tevez'in soğuk kanlı bi şekilde topu kontrolü ve Vidic'e bırakışı, Vidic'in iğne deliğinden topu geçirip attığı gol, seyir zevki hat safhada olan bir andı doğrusu.Ha bir sözüm de Scholes'a ,evladım annen baban sana söylemedi mi hiç, kötü örnek örnek değildir diye..Son dakikadaki Maradonavari hareketinin bedelini de ödersin böyle, o eli ben burda TVden ilk bakışta gördüm ,hakemin onu görmemesi imkansız.
Neyse sonuçta Zenit anasının ak sütü gibi helal olan bir zafer daha elde etti.Man Utd'dan bugün kupayı çok daha fazla istemişler belli...
Bu arada bir dipnot , birisi Bülent Tulun'a 99 Şampiyonlar ligi finalini bir daha izletsin :)
Josico Fenerbahçe ' de
Efendim bugün itibariyle Fenerbahçe Moreno Josico ile 2 yıllık sözleşme imzalamış.Herhalde bu istanbul (!) takımlarının başkanlarında gelenek olsa gerek bir takıma gidiyorsunuz istediğiniz adamla aylarca uğraşıyorsunuz , transferin son günleri geldiğinde " abi bari bi adam ver de o kadar gitti eli boş döndü " demesinler diye başkanın eline ayağına kapanıyorsunuz.
Hatırlayın geçen sezonun ortasında Beşiktaş yönetimi Drpic icin Dinamo Zagreb' in kapısında günlerce yatıp son gün futbolcu olduğundan şüphe ettiğimiz Gordon Schildenfeldi getirmedi mi ,Adnan Sezgin ve Haldun Üstünel ikilisi sezon başında Itandje için Liverpoolun kapısında günlerce sabahlayıp en sonunda bare bi adam ver abi edasıyla Kewell' ı alıp getirmedi mi ...
Buna son örnek de Fenerbahçe oldu.Aziz Yıldırım yaz transfer sezonu açıldığından beri Senna aşağı Senna yukarı didindi durdu ve sonunda transfer sezonunun kapanmasına günler kala yine Villarealden Josicoyu tuttuğu gibi kolundan getirdi.
Ne diyelim , fazla söze ne gerek...
Bizi Avrupa'da temsil eden kulüplerimizin transfer politikaları gerçekten takdir-e şayan...
Tebrikler Yıldırım Demirören (!)
Tebrikler Adnan Sezgin & Haldun Üstünel (!)
ve Tebrikler Aziz Yıldırım (!)
Hatırlayın geçen sezonun ortasında Beşiktaş yönetimi Drpic icin Dinamo Zagreb' in kapısında günlerce yatıp son gün futbolcu olduğundan şüphe ettiğimiz Gordon Schildenfeldi getirmedi mi ,Adnan Sezgin ve Haldun Üstünel ikilisi sezon başında Itandje için Liverpoolun kapısında günlerce sabahlayıp en sonunda bare bi adam ver abi edasıyla Kewell' ı alıp getirmedi mi ...
Buna son örnek de Fenerbahçe oldu.Aziz Yıldırım yaz transfer sezonu açıldığından beri Senna aşağı Senna yukarı didindi durdu ve sonunda transfer sezonunun kapanmasına günler kala yine Villarealden Josicoyu tuttuğu gibi kolundan getirdi.
Ne diyelim , fazla söze ne gerek...
Bizi Avrupa'da temsil eden kulüplerimizin transfer politikaları gerçekten takdir-e şayan...
Tebrikler Yıldırım Demirören (!)
Tebrikler Adnan Sezgin & Haldun Üstünel (!)
ve Tebrikler Aziz Yıldırım (!)
27 Ağustos 2008 Çarşamba
25 Ağustos 2008 Pazartesi
Hayat Varsa Umut Vardır
Hayat varsa umut vardır, umut etmek mucizeyi beklemektir. Daha önce de yazdığım gibi: "Mucizelere inanıyoruz!"
24 Ağustos 2008 Pazar
İstanbul'un Ardından
Dün akşam Olimpiyat Stadı'ndaydık. İstanbul B.Ş.B. - Es Es maçını yerinde takip ettik. Meraklandırmadan İstanbul seferini anlatmaya başlayalım.
Cuma gününden sözleştiğimiz üzere cumartesi sabahı saat 09.30'da Eskişehir Atatürk Stadı'nın önünde blog yazarı EsEs ile buluştuk. Yerel bir gazetenin orjinal forma ve kombine kart hediyeli yarışmasına katıldık. Yarışma maç skorunu bilene orjinal forma, ilk golü atacak oyuncuyu bilene ise kombine kart veriyordu. Kulağa hoş geliyor doğrusu :)
İstanbul'a trenle gitmek istemiştik. Kabul etmeliyim cumartesi sabahına bilet almak perşembe günu gara gitmek pek mantıklı değildi. Gara ulaşıp 21-22-23-24 Ağustos tarihlerinde İstanbul yönüne bilet kalmadığını gördüğümüzde bunu bir kez daha anladık. Bu noktadan sonra ise en büyük problemimiz İstanbul'a ve Olimpiyat Stadı'na nasıl ulaşacağımızdı. Otobüsler kafile halinde Sakarya'dan geçecek olması büyük riskti. Kimse içinde bulunduğu otobüs taşlansın, camlar kırılsın, her yanım kan olsun istemez değil mi? Lakin başka şansımız yoktu. Maça gidecektik, Sakarya'dan geçecektik.
Saat 10.00'da kalkacağı söylenen otobüsler 11'e gelirken anca kalkabilmişti. Daha önceden derneğin kaldırdığı otobüslere kayıt yaptırmadığımız için kendimizi birleşmelerine rağmen ayrı ayrı otobüslerle İstanbul'a giden taraftar guruplarından Kızılcıklı'nın otobüsünde bulduk. Eskişehirspor Tesisleri girişindeki benzin istasyonunda yarım saat daha zaman kaybederken, benzin istasyonunda şahit olduğum olayları hayretle izledim. (Olay derken neyi kastettiğimi azılı bir gurupla deplasmana giden herkes anlamıştır, gitmeyense tahmin ediyordur.) Saat 11.30'u geçerken Eskişehir'den İstanbul'a olan yolculuğumuz başlamıştı. Belkide biz öyle sanmıştık :)
Bozüyük çıkışında pankartları getiren arabayı beklemek için gene durduk. Klimasız otobüsümüzün içinde pişmek yerine otobüsün tekerleğinin yanında beklerken, içtikleri biralardan çakırkeyf olmuş çoğunun yaşı 17'yi geçmeyen taraftarlar yanyana sıralanmış "çiş" arası veriyordu. Beklediğimiz pankartları aldıktan sonra tekrar yola koyulduk.
Otobüsün içinde -afedersiniz ama kıçımızdan ter damlarken- sıcaktan bunalmış halde oturup yolculuğun bitmesini ve bir an önce İstanbul'a ulaşmayı hayal ederken yol üstünde uğranan bir markette bulunan çeşmeyle biraz olsun serinledik.
Sakarya'yı ise sorunsuz geçtik. Öldürücü sıcak altında durup bizimle uğraşmak istemediklerinden midir yoksa başka nedenlerden midir bilinmez, korktuğumuz başımıza gelmeden otobanda ilerledik.
Bunaldığımız ve acıktığımız için otobanın üzerindeki dinlenme yerlerinden birinde mola verdik. Güzelce yiyen anca iş ödemeye gelince "arazi" olanların sayesinde açık kalan hesabla beraber güvenlik görevlileri ve mekanın sahibi yanımıza gelip paralarını istediler. İşin ilginç yanı ise çorbanın 3 ytl, azıcık salatanın ise 5 ytl olması değil, bizden talep edilen 37 çorbanın parasıydı. Otobüsten inip yemek yiyenlerin sayısı 30'u geçmediği gibi bazı taraftarların çorbalarını paylaştığını da hesaba katıp kimilerinin de parasını ödediğini düşünürsek yüz küsür milyon hesap çıkarmanın içinde birazda kasıt aradık haliyle. Herneyse beleşçilerin hesabını bir şekilde kapattıktan sonra Olimpiyat Stadı'na kadar mola vermemek üzerine tekrardan yola koyulduk.
Boğazın eşsiz manzarasının büyüsü eşliğinde maçın oynanacağı yere vardık. Uzun sayılabilecek bir yürüyüşten sonra kapıların önündeki bilet gişesinden kapalı tribün biletlerimizi alıp beklemeye koyulduk. Saatlerimiz 20.00'a yaklaşırken girdiğimiz stadı biraz gezip yerimizi beğendik. Gezmek için sahaya çıkan İ.B.Ş.B. oyuncularına laf atanları izlerken gülmekten ölürken, futbolcularımızı alkışladık. Henüz erken olduğu için çok kişi olmasak da onlar için bağırdık. Maç saati yaklaştıkça artan seyirci sayısıyla beraber tezahüratlarımız daha güçlü çıkmaya başladı. Bağırmak için kale arkası tribününü seçen Kızılcıklı ve Nefer gruplayla karşılıklı, UniEsEs'le beraber maçın başlamasını beklemeye koyulduk.
12 Yıl aradan sonra Süper Lig'e çıkan Eskişehirspor, taraftarının da desteğiyle ilk yarı etkili oynadı. Es-Es adına göze ilk çarpan oyuncular Poljak, Vucko ve Youla'ydı. Poljak bu sezon Es-Es'in en iyi transferi olmaya aday, sol ayağı çok etkili ve attığı paslar gözlerin "pas"ını siliyor. Vucko ise hava toplarında etkili gözükse de çok yavaş, defansın arkasına atılan toplarda etkisiz kalıyor. Youla kendi farkını hemen koymuş, iki hareketi tribünleri coşturmaya yetiyor. Youla sakatlanmış olsa gerek ki ikinci yarı oynamadı. Yerine bir başka yeni transfer Lovrek oynadı. İlk yarı baskılı gözüken taraf Eskişehirspor olsa da bu skoru değiştirmeye yetmedi.
İkinci yarıda ise işler biraz daha değişmiş. İ.B.Ş.B. oyuna ağırlığını koymuştu. İki tarafın da cömertçe harcadığı pozisyonlarla beraber Es-Es taraftarları daha coşmuştu. Sesimizin cıktığı kadar karşılıklı Kırmızı-Şimşekler çekiyorduk. Son dakikalarla beraber gelen İ.B.Ş.B. pozisyonlarıyla birlikte endişeye kapılsak da maçı 0-0 bitti. Herşeyin ortada olduğu bir maçtı. Hani şu üç sonuçlu maçlardan.
Maçtan çıkar çıkmaz bizi Eskişehir'e götüren otobüse binip sabah 06.30'a gelirken Eskişehir'e ulaştık. Cumartesi otobüse bindiğimiz yerde inerek sağlam bir uyku çekmek için ev yoluna koyulduk...
Cuma gününden sözleştiğimiz üzere cumartesi sabahı saat 09.30'da Eskişehir Atatürk Stadı'nın önünde blog yazarı EsEs ile buluştuk. Yerel bir gazetenin orjinal forma ve kombine kart hediyeli yarışmasına katıldık. Yarışma maç skorunu bilene orjinal forma, ilk golü atacak oyuncuyu bilene ise kombine kart veriyordu. Kulağa hoş geliyor doğrusu :)
İstanbul'a trenle gitmek istemiştik. Kabul etmeliyim cumartesi sabahına bilet almak perşembe günu gara gitmek pek mantıklı değildi. Gara ulaşıp 21-22-23-24 Ağustos tarihlerinde İstanbul yönüne bilet kalmadığını gördüğümüzde bunu bir kez daha anladık. Bu noktadan sonra ise en büyük problemimiz İstanbul'a ve Olimpiyat Stadı'na nasıl ulaşacağımızdı. Otobüsler kafile halinde Sakarya'dan geçecek olması büyük riskti. Kimse içinde bulunduğu otobüs taşlansın, camlar kırılsın, her yanım kan olsun istemez değil mi? Lakin başka şansımız yoktu. Maça gidecektik, Sakarya'dan geçecektik.
Saat 10.00'da kalkacağı söylenen otobüsler 11'e gelirken anca kalkabilmişti. Daha önceden derneğin kaldırdığı otobüslere kayıt yaptırmadığımız için kendimizi birleşmelerine rağmen ayrı ayrı otobüslerle İstanbul'a giden taraftar guruplarından Kızılcıklı'nın otobüsünde bulduk. Eskişehirspor Tesisleri girişindeki benzin istasyonunda yarım saat daha zaman kaybederken, benzin istasyonunda şahit olduğum olayları hayretle izledim. (Olay derken neyi kastettiğimi azılı bir gurupla deplasmana giden herkes anlamıştır, gitmeyense tahmin ediyordur.) Saat 11.30'u geçerken Eskişehir'den İstanbul'a olan yolculuğumuz başlamıştı. Belkide biz öyle sanmıştık :)
Bozüyük çıkışında pankartları getiren arabayı beklemek için gene durduk. Klimasız otobüsümüzün içinde pişmek yerine otobüsün tekerleğinin yanında beklerken, içtikleri biralardan çakırkeyf olmuş çoğunun yaşı 17'yi geçmeyen taraftarlar yanyana sıralanmış "çiş" arası veriyordu. Beklediğimiz pankartları aldıktan sonra tekrar yola koyulduk.
Otobüsün içinde -afedersiniz ama kıçımızdan ter damlarken- sıcaktan bunalmış halde oturup yolculuğun bitmesini ve bir an önce İstanbul'a ulaşmayı hayal ederken yol üstünde uğranan bir markette bulunan çeşmeyle biraz olsun serinledik.
Sakarya'yı ise sorunsuz geçtik. Öldürücü sıcak altında durup bizimle uğraşmak istemediklerinden midir yoksa başka nedenlerden midir bilinmez, korktuğumuz başımıza gelmeden otobanda ilerledik.
Bunaldığımız ve acıktığımız için otobanın üzerindeki dinlenme yerlerinden birinde mola verdik. Güzelce yiyen anca iş ödemeye gelince "arazi" olanların sayesinde açık kalan hesabla beraber güvenlik görevlileri ve mekanın sahibi yanımıza gelip paralarını istediler. İşin ilginç yanı ise çorbanın 3 ytl, azıcık salatanın ise 5 ytl olması değil, bizden talep edilen 37 çorbanın parasıydı. Otobüsten inip yemek yiyenlerin sayısı 30'u geçmediği gibi bazı taraftarların çorbalarını paylaştığını da hesaba katıp kimilerinin de parasını ödediğini düşünürsek yüz küsür milyon hesap çıkarmanın içinde birazda kasıt aradık haliyle. Herneyse beleşçilerin hesabını bir şekilde kapattıktan sonra Olimpiyat Stadı'na kadar mola vermemek üzerine tekrardan yola koyulduk.
Boğazın eşsiz manzarasının büyüsü eşliğinde maçın oynanacağı yere vardık. Uzun sayılabilecek bir yürüyüşten sonra kapıların önündeki bilet gişesinden kapalı tribün biletlerimizi alıp beklemeye koyulduk. Saatlerimiz 20.00'a yaklaşırken girdiğimiz stadı biraz gezip yerimizi beğendik. Gezmek için sahaya çıkan İ.B.Ş.B. oyuncularına laf atanları izlerken gülmekten ölürken, futbolcularımızı alkışladık. Henüz erken olduğu için çok kişi olmasak da onlar için bağırdık. Maç saati yaklaştıkça artan seyirci sayısıyla beraber tezahüratlarımız daha güçlü çıkmaya başladı. Bağırmak için kale arkası tribününü seçen Kızılcıklı ve Nefer gruplayla karşılıklı, UniEsEs'le beraber maçın başlamasını beklemeye koyulduk.
12 Yıl aradan sonra Süper Lig'e çıkan Eskişehirspor, taraftarının da desteğiyle ilk yarı etkili oynadı. Es-Es adına göze ilk çarpan oyuncular Poljak, Vucko ve Youla'ydı. Poljak bu sezon Es-Es'in en iyi transferi olmaya aday, sol ayağı çok etkili ve attığı paslar gözlerin "pas"ını siliyor. Vucko ise hava toplarında etkili gözükse de çok yavaş, defansın arkasına atılan toplarda etkisiz kalıyor. Youla kendi farkını hemen koymuş, iki hareketi tribünleri coşturmaya yetiyor. Youla sakatlanmış olsa gerek ki ikinci yarı oynamadı. Yerine bir başka yeni transfer Lovrek oynadı. İlk yarı baskılı gözüken taraf Eskişehirspor olsa da bu skoru değiştirmeye yetmedi.
İkinci yarıda ise işler biraz daha değişmiş. İ.B.Ş.B. oyuna ağırlığını koymuştu. İki tarafın da cömertçe harcadığı pozisyonlarla beraber Es-Es taraftarları daha coşmuştu. Sesimizin cıktığı kadar karşılıklı Kırmızı-Şimşekler çekiyorduk. Son dakikalarla beraber gelen İ.B.Ş.B. pozisyonlarıyla birlikte endişeye kapılsak da maçı 0-0 bitti. Herşeyin ortada olduğu bir maçtı. Hani şu üç sonuçlu maçlardan.
Maçtan çıkar çıkmaz bizi Eskişehir'e götüren otobüse binip sabah 06.30'a gelirken Eskişehir'e ulaştık. Cumartesi otobüse bindiğimiz yerde inerek sağlam bir uyku çekmek için ev yoluna koyulduk...
22 Ağustos 2008 Cuma
Sefer
20 Ağustos 2008 Çarşamba
Finalléé
16 Ağustos 2008 Cumartesi
Aragones ' in Türkçesi !!!
“20 yaşında bir adam bu hareketleri yapmaz. Sen, büyük bir camianın futbolcususun ve buna uygun davranışlarda bulunmak gerekir.”
Milliyet gazetesinin bugün çıkan haberine göre neymiş efendim Aragones Kazım' ı ( nam-ı diğer yedek bekleyenlerin koyun kazımı :) sert bi şekilde uyarmış..Haberi yapan arkadaş ya fanatik bir Fenerbahçe taraftarı ve Kazım' a çok kızmış , tepkisini böyle dile getiriyor ya da Aragones Türkçe'yi çok çabuk kapmış...
Ne dersiniz ?
‘Aklını başına topla’
“Senden ciddi tavırlar içinde olmanı bekliyorum. Popçu musun, topçu mu, bunun kararını ver.”Milliyet gazetesinin bugün çıkan haberine göre neymiş efendim Aragones Kazım' ı ( nam-ı diğer yedek bekleyenlerin koyun kazımı :) sert bi şekilde uyarmış..Haberi yapan arkadaş ya fanatik bir Fenerbahçe taraftarı ve Kazım' a çok kızmış , tepkisini böyle dile getiriyor ya da Aragones Türkçe'yi çok çabuk kapmış...
Ne dersiniz ?
Jérémie Janot
Bir insan ne kadar sıradışı olabilir ki? Jérémie Janot bu "sıradışılığın" sınırlarını zorlayan ilginç bir kaleci. St. Ettienne aşığı, damarını kesseniz yeşil-beyaz kan akacak cinsten hemde. Fransız kalecilerdeki 16 numarayı giyme hastalığı onda da var. O'nu diğerlerinden farklı kılan ise 176 cm olan boyu ya da özel tasarlanmış kaleci eldivenleri değil. Lyon'a olan nefreti de değil. Özel tasarım kaleci formaları da değil. Hırsı, aşkı, sıradışı oluşu.
St. Ettienne alt yapısından yetişip bugüne kadar hiç klüp değiştirmeyen Janot, St. Ettienne'in -belkide Fransa'nın- en ateşli taraftar grubu olan ASSE'nin en çok sevdiği isimlerin başında geliyor. Boyu kısa olsa bile mükemmele yakın sıçrama kabiliyetine sahip, ve çevik. L'Equipe tarafından ankette Fransa'da 2006/07 sezonunun kalecisi seçiliyor. Her ASSE'li gibi Lyon'a kin besliyor. Lyon'un kaybettiği bir AC Milan maçından sonra, Lyon'un karşısına AC Milan formasıyla çıkmak istiyor ama isteği kabul görmüyor.
Sıradışılığı bu kadar mı yani? Kesinlikle hayır. 2005 Yılında FC Istres ile yapılan maça -üstte gördüğünüz gibi- Spiderman kostümüyle çıkıyor. Tabi sonradan kafasındaki maskeyi çıkarıp seyircilere sallıyor.
Gene bir Lyon maçında Juninho'nun penaltısını çıkardıktan sonra dönen topu tamamlayıp gol atmasını hazmedemeyen Janot, yan direğe öyle bir uçan tekme sallıyor ki insan "Acaba direğin canı çok acıdı mı?" diye kendine soruyor.
Peki bu adam böyle uçan tekme atmayı nerden biliyor? Janot, Brezilyalı dövüşçü Wanderlei Silva hayranı. Bu hayranlığı ise Wanderlei Silva'nın kafasındaki dövmenin aynısını kendi kafasına da yaptırarak anlatıyor. Kaleci eldiveninde de bu dövmenin aynısından mevcut. Bu hayranlığı öğrenince de bir Barcelona maçında atılan aşırtma vuruşu neden uçan tekme atarak çıkardığına da anlam verebiliyorsunuz.
Tüm bunların yanında milli formayı hiç giymemiş olması onu tam olarak bir St. Ettienne efsanesi yapıyor. Mod£rn futbola inat kendine özgü tarzı nedeniyle Jérémie Janot, saygıyı fazlasıyla hakediyor. Tabi Lyon taraftarı değilseniz!
15 Ağustos 2008 Cuma
14 Ağustos 2008 Perşembe
Nutella Günlüğü
Filmkolik olmanın başlangıcındayım desem yeridir. Bu sözleri söyleyen sabah 04.00'a kadar gözünü kırpmadan, kıpırdamadan -sadece cd değiştirmek için yerinden kalkan- dört film izlemiş bir bünye. Dönelim o halde dün geceye, yorumları aktaralım hemen.
Geceye aperatif niyetine "Ghost of Mae Nak" (Mae Nak'ın Laneti) (Çeviri bana ait değil :) ile başladık. "Abi Japon kız var bak güzeldir, hem lanet falan diyor korkarız belki" diyerek aldığımız filmin -biraz da olsa- beklentilerimizin üstünde çıktığını söylemeliyim. Bilgisayar efekti kullanılmadan yapılan ölüm sahnelerini beğendim. Camın adamı ikiye ayırdığı an, filmin en güzel sahnesiydi belkide. Başarısız romantizm vurguları içeren filmin notu yukarıdaki güzel hanım ablanın da etkisiyle 10 üzerinden 5.
Vakit kaybetmeden gecenin ikinci filmine geçtik: "Funny Games" (Ölümcül Oyunlar). Bir tanım yapmak gerekirse; dünyanın en manasız filmleri sıralamasında ilk üçe oynayabilecek kapasiteye sahip, zaman kaybı bile sayılabilecek amaçsız film. Hele kameranın şoka girip dakikalarca hareketsiz duran kadının içinde bulunduğu odayı çektiği bir sahne var ki itiraf etmeliyim, uyuduğumu hissettim! "Gözümü kırpamadan izledim izledim diyorsun, sonra da uyuduğumu hissettim diyorsun bu ne yaman çelişki?" diyenleriniz var sanki. Bu film gözü açık uyutan türden! 10 üzerinden 3'ü ise başarılı bulduğumuz kapak tasarımına veriyoruz!
Gecenin finalini ise Jim Carrey'nin oynadığı "The Number 23" (23 Numara) ile yaptık. Başlangıcı çok çekici gelmemiş olsa bile bir anda kendimizi koltuğa yapışmış, az önce uyumamak için direnen gözlerimizi ise faltaşı kadar açılmış, ekrana bakarken bulduk. Film ilerledikçe sizi kendine bağlıyor ve hiç ummadığınız gibi bitiyor. Jim Carrey'nin oyunculuğu ise tartışılmaz. Ehh daha fazla ayrıntıya girmeden notumuzu bırakalım: 8/10.
Değinmeden geçmemem gereken bir konu daha var. Saatler 05.00'a yaklaşırken uyuduğumuzu ve 11.30 sularında uyandığımızı dikkate alırsak, günümünüz kötü geçmemesi için iki şeye ihtiyacımız vardı! Fırından yeni çıkmış sıcacık simit(ler) ve simit(ler) soğumasın diye koşa koşa gidilen bakkaldan alınan bir kavanoz Nutella! Enfes bir kahvaltı-öğle yemeği arası öğün ile başlanan günün Beşiktaş'ın farklı galibiyeti ile bitmesi dileğiyle! (Konuyu çok pis bağladım farkındayım :))
Geceye aperatif niyetine "Ghost of Mae Nak" (Mae Nak'ın Laneti) (Çeviri bana ait değil :) ile başladık. "Abi Japon kız var bak güzeldir, hem lanet falan diyor korkarız belki" diyerek aldığımız filmin -biraz da olsa- beklentilerimizin üstünde çıktığını söylemeliyim. Bilgisayar efekti kullanılmadan yapılan ölüm sahnelerini beğendim. Camın adamı ikiye ayırdığı an, filmin en güzel sahnesiydi belkide. Başarısız romantizm vurguları içeren filmin notu yukarıdaki güzel hanım ablanın da etkisiyle 10 üzerinden 5.
Vakit kaybetmeden gecenin ikinci filmine geçtik: "Funny Games" (Ölümcül Oyunlar). Bir tanım yapmak gerekirse; dünyanın en manasız filmleri sıralamasında ilk üçe oynayabilecek kapasiteye sahip, zaman kaybı bile sayılabilecek amaçsız film. Hele kameranın şoka girip dakikalarca hareketsiz duran kadının içinde bulunduğu odayı çektiği bir sahne var ki itiraf etmeliyim, uyuduğumu hissettim! "Gözümü kırpamadan izledim izledim diyorsun, sonra da uyuduğumu hissettim diyorsun bu ne yaman çelişki?" diyenleriniz var sanki. Bu film gözü açık uyutan türden! 10 üzerinden 3'ü ise başarılı bulduğumuz kapak tasarımına veriyoruz!
Gecenin finalini ise Jim Carrey'nin oynadığı "The Number 23" (23 Numara) ile yaptık. Başlangıcı çok çekici gelmemiş olsa bile bir anda kendimizi koltuğa yapışmış, az önce uyumamak için direnen gözlerimizi ise faltaşı kadar açılmış, ekrana bakarken bulduk. Film ilerledikçe sizi kendine bağlıyor ve hiç ummadığınız gibi bitiyor. Jim Carrey'nin oyunculuğu ise tartışılmaz. Ehh daha fazla ayrıntıya girmeden notumuzu bırakalım: 8/10.
Değinmeden geçmemem gereken bir konu daha var. Saatler 05.00'a yaklaşırken uyuduğumuzu ve 11.30 sularında uyandığımızı dikkate alırsak, günümünüz kötü geçmemesi için iki şeye ihtiyacımız vardı! Fırından yeni çıkmış sıcacık simit(ler) ve simit(ler) soğumasın diye koşa koşa gidilen bakkaldan alınan bir kavanoz Nutella! Enfes bir kahvaltı-öğle yemeği arası öğün ile başlanan günün Beşiktaş'ın farklı galibiyeti ile bitmesi dileğiyle! (Konuyu çok pis bağladım farkındayım :))
Etiketler:
Funny Games,
Ghost of Mae Nak,
Nutella,
The Number 23
Büyük Başkan Franco Sensi !!!
13 Ağustos 2008 Çarşamba
2/48 Panaroma
İki gündür yoktum. Zaman bulamadım internete girmeye. Yaz okulunda son hafta. Ders dinleyelim bari dedik :)) Tabi bu süre içinde 2/48 dersle ilgilenmedim. Gezdim, tozdum. Bir de gittik dvdciye(?) aldık üç tane film. Oturduk arkadaşla sizin için izledik!
İlk olarak arkadaş tavsiyesi üzerine aldığımız filmi izleyelim dedik: "Wanted". Daha kötü bir film yapabilirler miydi bilmiyorum. İki kelimeyle anlatmak gerekirse; "zaman kaybı". Film bittikten sonra ömrünüzden 1 saat 35 dakikayı çaldığınızı hissediyorsunuz. Mantıksal boşluklar o kadar fazla ki... Ha ben fantastik şeylerden, falsolu giden mermilerden, aptalca yapılmış mantık hatalarından hoşlanırım diyorsanız bu yazıyı okumakla vakit kaybetmeyin, gidip dvd ya da cd; neyini bulabiliyorsanız alıp izleyin. Bendeki notu 2/10. İki puanı da Angelina Jolie hatrına verdim, söyleyeyim.
Wanted'in üzerimizde yarattığı "aptallaşmış" hissini kaldırmak için yeni bir filme geçmemiz gerekirdi, öyle de yaptık: "Wrong Turn-2" (Ölüm Kapanı-2) (Filmin ismini ben çevirmedim, yanlış anlamayın, çevirenler harika çevirmiş :). Amaçsız bir film olsa bile Wanted'in üstüne gayet iyi gitti, söylemeliyim. Zombi gibi görünen mutasyona uğramış insanların, normal insanları kesip biçtiği bir film işte. Tam bir sonu yok sanki, yeni filme açık kapı bırakmışlar. Hakkında söylenilmesi gereken son şeyi ise not söylesin: 2,5/10.
Pazartesi gecemizi heba ettiğimiz Wanted ve salı akşamını harcadığımız Wrong Turn-2'den sonra tek yapabileciğimiz "Insanitarium"un (Tımarhane) güzel bir film çıkması için dua etmekti. Yoruma dualarımızın kabul olduğunu söylemekle başlayayım. Gerçekçi bir film olmakla beraber birkaç mantıksal boşluk dışında hata göremediğim filmdi. Kendine emanet edilen kız kardeşini kurtarmak için onun bulunduğu tımarhaneye -hasta rolü yaparak- giren adamın (resimdeki kendisi ve kız kardeşi) hikayesi üzerine kurulu senaryo, "fantastik" kelimesinin yakınından bile geçmiyor. Üstelik Wanted ve Wrong Turn-2'den sonra izlenince insanın -o an için- 10/10 veresi geliyor, tabi bunları film izledikten hemen sonra yazmadığım için 10/10 vermiyorum şimdi. Khortytsya'nın notu 7,5/10.
Bunları okuduktan sonra kendinize ve bana "mantıksal boşluk ne lan?" diye sorabilirsiniz. Eminim Wanted'i izledikten sonra anlayacak, filmin altında "öeehh" butonu arayacaksınız.
Galiba Türkçe'ye yeni bir tanım kazandırdım. "Mantıksal boşluk". Çok oturgaçlı götürgeç misali...
Etiketler:
Angelina Jolie,
öeehh,
Panaroma,
Tımarhane,
Wanted,
Wrong Turn-2
10 Ağustos 2008 Pazar
Man Utd 0 - 0 Portsmouth
İngiltere Community Shield ,yani normal adıyla bildiğimiz İngiltere süper kupası bugün Wembley stadında Man Utd ve Portsmouth arasında oynandı.90 dakikası 0-0 biten maçta penaltılar sonunda 3-1 Man Utd kazanarak kupayı üst üste 2.kez müzesine götürdü. Ronaldo, Rooneyden yoksun sahaya çıkan son şampiyon Man Utd rakibi Fa cup şampiyonu Portsmouth karşısında 90 dakika boyunca o bildigimiz hücum üstüne hücum oynayan Man utd değildi.Hatta maçın 60-75. dakikalar arası bi ara uyukladığımı da söyleyebilirim.İlk yarıda Nani'nin bi kaç özel hareketleriyle başlattığı ataklarda olmasa hiç çekilmeyecekti o 90 dakika.
Rakip Portsmoutha gelicek olursak açıkçası Man Utd'dan çok daha fazla hazır gördüm lige.Topu Manchesterlıların oynamasına izin vermediler.Özellikle orta sahada Diarra,Diop,Pedro Mendes iyi işler yaptı.Defansta Campbell-Distin ikilisi kale gibiydi desek herhalde yanlış olmaz (İkisinin de kalıplarına bakacak olursak:),kalede James zaten takımın en güven veren ismi.Takımın en zayıf halkasına gelecek olursak yeni transfer Crouch.Nasıl aldı Redknapp o adamı hala anlamış değilim,zira bugün kendisine atılan her pasta top sanki duvara çarpıyomuş gibi geri döndü.İnsan bi top tutar be adam,ama tabi o da haklı o boya o teknik fazla bile :)
Neyse şimdi konuşmak için sanırım biraz erken , bakarsınız Crouch ligin başlamasıyla gollerini sıralar da bu lafları EsEs kardeşinize birer birer yutturur :)
Ha bu arada , fotoğrafta Gary Neville kupayı kaldırıyor ya ...Şöyle bi kariyerine baktım da kendisinin,
8 premiership şampiyonluğu ,2 Şampiyonlar ligi şampiyonluğu , 1 Kıtalararası kupa , 3 Fa cup , 1 Lig kupası üstüne bir de Community Shield....
Ne diyeyim Allah gözünü doyursun Neville :)
Rakip Portsmoutha gelicek olursak açıkçası Man Utd'dan çok daha fazla hazır gördüm lige.Topu Manchesterlıların oynamasına izin vermediler.Özellikle orta sahada Diarra,Diop,Pedro Mendes iyi işler yaptı.Defansta Campbell-Distin ikilisi kale gibiydi desek herhalde yanlış olmaz (İkisinin de kalıplarına bakacak olursak:),kalede James zaten takımın en güven veren ismi.Takımın en zayıf halkasına gelecek olursak yeni transfer Crouch.Nasıl aldı Redknapp o adamı hala anlamış değilim,zira bugün kendisine atılan her pasta top sanki duvara çarpıyomuş gibi geri döndü.İnsan bi top tutar be adam,ama tabi o da haklı o boya o teknik fazla bile :)
Neyse şimdi konuşmak için sanırım biraz erken , bakarsınız Crouch ligin başlamasıyla gollerini sıralar da bu lafları EsEs kardeşinize birer birer yutturur :)
Ha bu arada , fotoğrafta Gary Neville kupayı kaldırıyor ya ...Şöyle bi kariyerine baktım da kendisinin,
8 premiership şampiyonluğu ,2 Şampiyonlar ligi şampiyonluğu , 1 Kıtalararası kupa , 3 Fa cup , 1 Lig kupası üstüne bir de Community Shield....
Ne diyeyim Allah gözünü doyursun Neville :)
Dentinho
Tam adıyla Bruno Ferreira Bonfim, 19 Ocak 1989 doğumlu Brezilyalı oyuncu. Corinthians forması giyen nam-ı diğer "Dentist" forvette görev yapıyor. Sağ ayağını kullanmasına rağmen sol kanatta da görev yapabilen Dentinho, devre arasında van Persie'nin sakatlanması sonucu Arsène Wenger'in gözdesi olmuş ancak bu teklifi "Avrupada oynamak için hazır değilim" diyerek reddetmiş. Bu da Brezilyalı genç futbolcular arasında O'nu farklı bir yere koyuyor. Yeteneğinin büyüsüne kapılmadığı için yedek bekleyenler olarak kendisini tebrik ediyoruz, tabi okuyorsa :))
9 Ağustos 2008 Cumartesi
Olimpiyatlar mı ...... O da nedir ?
2008 Pekin olimpiyat oyunları dün itibariyle başladı.ve bugün oyunların sonunda ilk madalyamızı kazandık.Halter bayanlar 48 kiloda mücadele eden Sibel ÖZKAN,koparmada 88 silkmede 111 kiloluk kaldırışlarıyla toplamda 199 kilo kaldırarak gümüş madalyayı ülkemize getirdi.Ancak bakıyorum sanki çok sıradan bir olaymış gibi ne tvlerde ne gazetelerde hiç konuşulmuyor bile, sadece akşam haberleri sırasında 5 dk gösterdi o kadar.
Boşverelim biz olimpiyat oyunlarını , bizim neyimize olimpiyatlar...biz maçın üstünden 3 gün geçmesine rağmen hala bugün MTK-Fenerbahçe maçını konuşalım , ya da Galatasaray Steaua Bükreşi nasıl eler onu konuşalım yada yada onu da bıraktım Beşiktaşta İbrahimler affedilmeli mi affedilmemeli mi onu sabaha kadar tartışalım...
Yedek bekleyenler olarak buradan Sibel ÖZKAN kardeşimizi kutluyor ,başarılarının devamını diliyoruz.Tebrikler Sibel, bu ülkenin senin gibilere ihtiyacı var...
Valeri Bojinov vs AC Milan
Sol ayağıyla güzel vuruş,
güzellik sadece golde değil;
spiker de bir hoş :))
İki Fotoğraf Arasındaki 7 Fark
------------Reading FC 2007/08------------------Beşiktaş JK 2008/09-----------
Belki birileri çıkar da "esinlenmiş olabilirler" der...
Orjinal tasarımdan kastımız, boyun ve kol kısmını -birazcık- değiştirmek değildi. Aaa pardon yanlarda da değişiklikler var! Yok artık! Ehh geçen seneki formalarla karşılaştırınca -keçinin olmadığı yerde kuzuya Abdurrahman Çelebi derler hesabı- buna da şükür diyebiliyoruz... Tebrikler Yıldırım Demirören, seni seviyoruz(?)(!)
8 Ağustos 2008 Cuma
7 Ağustos 2008 Perşembe
Club Deportivo Numancia de Soria 08/09
Bildiğimiz adıyla Numancia'nın yeni sezon formaları. Segunda Division takımı için bile özgün tasarımlar yapabilen firmalar varken, geçtiğimiz sezon Olimpique Lyon'un bilmem kaç sene önceki formalarını taraftarına kazıklayan Yıldırım Demirören'in kulakları çınlayıp dursun! Unutmadan belirteyim; formadaki köprüye benzer "hede"ye anlam veremediyseniz Club Deportivo Numancia de Soria'nın armasına bakmanız yeterli:
6 Ağustos 2008 Çarşamba
The Mummy: Tomb of The Dragon Emperor #2
Çok sık sinemaya giden biri değilim. Üç-dört ayda bir desem açıklayıcı olur herhalde. Öyle film satan yerlere falan da uğramam. Yeni yeni başladım böyle oturup film izlemeye. Hakkında iki üç kelam etmeden önce bugünkü filmin notunu vereyim: 7/10.
Hikayesini beğendim. Senaryo da güzel sayılabilir. Sayılabilir diyorum. Kimi yerlerde "öeehh" diyor insan. "Aha bu sefer mıçtılar" derken bir bakıyorsunuz güzel ablamız iki kelime söylüyor öyle gorilimsi yaratıklar falan çıkıp geliyor. Birde final sahnesinde erkekliğine laf atılınca "imana" gelen bir mumya var ki ne siz sorun ne ben söyliyeyim. Dahası da var aslında ama susuyorum, izlemeyenler için.
Sonuç olarak ben film eleştirmeni falan değilim. İsterseniz dikkate almayın : ))
Tabi filme daldık unuttuk Mat-I sınavını. "Kuzum"dan beklenmeyecek zorluktaki sorular karşısında afalladık birazcık, tabi elimizden geleni yaptık :-P
Bir de Ntvspor Football Tycoon'da son iki maçta alınan iki malubiyetle kaçırılan şampiyonluk var ki günün nazar boncuğu oldu kendisi. Oysa 5 bin kişilik Kho Arena'nın açılış töreninde konuşan FC Kho'nun başkanı khortytsya "son maçımızı kazanıp şampiyon olacağımıza olan inancımız sonsuz" demişti...
Hikayesini beğendim. Senaryo da güzel sayılabilir. Sayılabilir diyorum. Kimi yerlerde "öeehh" diyor insan. "Aha bu sefer mıçtılar" derken bir bakıyorsunuz güzel ablamız iki kelime söylüyor öyle gorilimsi yaratıklar falan çıkıp geliyor. Birde final sahnesinde erkekliğine laf atılınca "imana" gelen bir mumya var ki ne siz sorun ne ben söyliyeyim. Dahası da var aslında ama susuyorum, izlemeyenler için.
Sonuç olarak ben film eleştirmeni falan değilim. İsterseniz dikkate almayın : ))
Tabi filme daldık unuttuk Mat-I sınavını. "Kuzum"dan beklenmeyecek zorluktaki sorular karşısında afalladık birazcık, tabi elimizden geleni yaptık :-P
Bir de Ntvspor Football Tycoon'da son iki maçta alınan iki malubiyetle kaçırılan şampiyonluk var ki günün nazar boncuğu oldu kendisi. Oysa 5 bin kişilik Kho Arena'nın açılış töreninde konuşan FC Kho'nun başkanı khortytsya "son maçımızı kazanıp şampiyon olacağımıza olan inancımız sonsuz" demişti...
Etiketler:
Football Tycoon,
The Mummy: Tomb of The Dragon Emperor
5 Ağustos 2008 Salı
The Mummy: Tomb of The Dragon Emperor
4 Ağustos 2008 Pazartesi
Statik #2
Geçti gitti sınav
ama kurtuluş yok;
iki hafta sonra finallerde,
son raundumuzu yapacağız statikle!
Gerçi statik bitecek diye de sevinmemek lazım,
bittiği gibi yenileri başlayacak:
Dinamik, mukavemet... :((
Statik bu sözüm sana bak sen de iyi dinle:
-küresel ısınma sabrımızı taşırma!
pardon, bu değildi:
-statik şaşırma sabrımızı taşırma!
ama kurtuluş yok;
iki hafta sonra finallerde,
son raundumuzu yapacağız statikle!
Gerçi statik bitecek diye de sevinmemek lazım,
bittiği gibi yenileri başlayacak:
Dinamik, mukavemet... :((
Statik bu sözüm sana bak sen de iyi dinle:
-küresel ısınma sabrımızı taşırma!
pardon, bu değildi:
-statik şaşırma sabrımızı taşırma!
3 Ağustos 2008 Pazar
2 Ağustos 2008 Cumartesi
f
02.08.2006 - 02.08.2008
...
Peki değişen?
Çok şey aslında, belkide hiçbirşey...
Tam kaybettiğini sandığın anda
Kazanmak için yaptığın son hamle
Sonuç getirir mi?
Yoksa..
Son şans uçup gider mi?
Son umudun kalesi yıkılır mı?
Giden gelir mi?
...
Hayat öğrenmek demekmiş,
Belki bugün hayattır, hayatımdır;
Belki de hayatımsındır,
Belki hayatınımdır,
Belki hiç hayatın olmamışımdır
ve belki hayat tatlı bir rüyadır
ve belki de acı bir sondur...
Öğrenmek ise vakti yakındır
...
Hüznün rengi siyah mıdır?
Yoksa mutluluk bembeyaz olduğu için mi
Siyah hüzne kalmıştır?
...
Peki değişen?
Çok şey aslında, belkide hiçbirşey...
Tam kaybettiğini sandığın anda
Kazanmak için yaptığın son hamle
Sonuç getirir mi?
Yoksa..
Son şans uçup gider mi?
Son umudun kalesi yıkılır mı?
Giden gelir mi?
...
Hayat öğrenmek demekmiş,
Belki bugün hayattır, hayatımdır;
Belki de hayatımsındır,
Belki hayatınımdır,
Belki hiç hayatın olmamışımdır
ve belki hayat tatlı bir rüyadır
ve belki de acı bir sondur...
Öğrenmek ise vakti yakındır
...
Hüznün rengi siyah mıdır?
Yoksa mutluluk bembeyaz olduğu için mi
Siyah hüzne kalmıştır?
1 Ağustos 2008 Cuma
Zanzibar 08/09
"Zanzibar da ne?" sorunuza cevap vereyim hemen. Tanzanya'ya bağlı bir memleket efendim. Bağımsız olmadığı için FIFA tarafından tanınmasa da Zanzibar Körfezindeki iki adanın oluşturduğu bu ülkenin bağımsız bir futbol takımı varmış da haberimiz yokmuş. Herneyse, yukardaki fotoğraf Hummel firmasının Zanzibar için tasarladığı 08/09 formasına ait. Diyeceğim şudur; yeşil ve beyaz çapraz çizgileri anlarız, Hummel formasıdır deriz ama o leopar desenleri nedir be kardeşim?!
Disco Disco "Partizan"i
Olası Fenerbahçe - Partizan eşleşmesinin olası galibi Fenerbahçe için atılacak olası Fotomaç manşeti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)