24 Ağustos 2008 Pazar

İstanbul'un Ardından

Dün akşam Olimpiyat Stadı'ndaydık. İstanbul B.Ş.B. - Es Es maçını yerinde takip ettik. Meraklandırmadan İstanbul seferini anlatmaya başlayalım.

Cuma gününden sözleştiğimiz üzere cumartesi sabahı saat 09.30'da Eskişehir Atatürk Stadı'nın önünde blog yazarı EsEs ile buluştuk. Yerel bir gazetenin orjinal forma ve kombine kart hediyeli yarışmasına katıldık. Yarışma maç skorunu bilene orjinal forma, ilk golü atacak oyuncuyu bilene ise kombine kart veriyordu. Kulağa hoş geliyor doğrusu :)

İstanbul'a trenle gitmek istemiştik. Kabul etmeliyim cumartesi sabahına bilet almak perşembe günu gara gitmek pek mantıklı değildi. Gara ulaşıp 21-22-23-24 Ağustos tarihlerinde İstanbul yönüne bilet kalmadığını gördüğümüzde bunu bir kez daha anladık. Bu noktadan sonra ise en büyük problemimiz İstanbul'a ve Olimpiyat Stadı'na nasıl ulaşacağımızdı. Otobüsler kafile halinde Sakarya'dan geçecek olması büyük riskti. Kimse içinde bulunduğu otobüs taşlansın, camlar kırılsın, her yanım kan olsun istemez değil mi? Lakin başka şansımız yoktu. Maça gidecektik, Sakarya'dan geçecektik.

Saat 10.00'da kalkacağı söylenen otobüsler 11'e gelirken anca kalkabilmişti. Daha önceden derneğin kaldırdığı otobüslere kayıt yaptırmadığımız için kendimizi birleşmelerine rağmen ayrı ayrı otobüslerle İstanbul'a giden taraftar guruplarından Kızılcıklı'nın otobüsünde bulduk. Eskişehirspor Tesisleri girişindeki benzin istasyonunda yarım saat daha zaman kaybederken, benzin istasyonunda şahit olduğum olayları hayretle izledim. (Olay derken neyi kastettiğimi azılı bir gurupla deplasmana giden herkes anlamıştır, gitmeyense tahmin ediyordur.) Saat 11.30'u geçerken Eskişehir'den İstanbul'a olan yolculuğumuz başlamıştı. Belkide biz öyle sanmıştık :)

Bozüyük çıkışında pankartları getiren arabayı beklemek için gene durduk. Klimasız otobüsümüzün içinde pişmek yerine otobüsün tekerleğinin yanında beklerken, içtikleri biralardan çakırkeyf olmuş çoğunun yaşı 17'yi geçmeyen taraftarlar yanyana sıralanmış "çiş" arası veriyordu. Beklediğimiz pankartları aldıktan sonra tekrar yola koyulduk.

Otobüsün içinde -afedersiniz ama kıçımızdan ter damlarken- sıcaktan bunalmış halde oturup yolculuğun bitmesini ve bir an önce İstanbul'a ulaşmayı hayal ederken yol üstünde uğranan bir markette bulunan çeşmeyle biraz olsun serinledik.

Sakarya'yı ise sorunsuz geçtik. Öldürücü sıcak altında durup bizimle uğraşmak istemediklerinden midir yoksa başka nedenlerden midir bilinmez, korktuğumuz başımıza gelmeden otobanda ilerledik.

Bunaldığımız ve acıktığımız için otobanın üzerindeki dinlenme yerlerinden birinde mola verdik. Güzelce yiyen anca iş ödemeye gelince "arazi" olanların sayesinde açık kalan hesabla beraber güvenlik görevlileri ve mekanın sahibi yanımıza gelip paralarını istediler. İşin ilginç yanı ise çorbanın 3 ytl, azıcık salatanın ise 5 ytl olması değil, bizden talep edilen 37 çorbanın parasıydı. Otobüsten inip yemek yiyenlerin sayısı 30'u geçmediği gibi bazı taraftarların çorbalarını paylaştığını da hesaba katıp kimilerinin de parasını ödediğini düşünürsek yüz küsür milyon hesap çıkarmanın içinde birazda kasıt aradık haliyle. Herneyse beleşçilerin hesabını bir şekilde kapattıktan sonra Olimpiyat Stadı'na kadar mola vermemek üzerine tekrardan yola koyulduk.

Boğazın eşsiz manzarasının büyüsü eşliğinde maçın oynanacağı yere vardık. Uzun sayılabilecek bir yürüyüşten sonra kapıların önündeki bilet gişesinden kapalı tribün biletlerimizi alıp beklemeye koyulduk. Saatlerimiz 20.00'a yaklaşırken girdiğimiz stadı biraz gezip yerimizi beğendik. Gezmek için sahaya çıkan İ.B.Ş.B. oyuncularına laf atanları izlerken gülmekten ölürken, futbolcularımızı alkışladık. Henüz erken olduğu için çok kişi olmasak da onlar için bağırdık. Maç saati yaklaştıkça artan seyirci sayısıyla beraber tezahüratlarımız daha güçlü çıkmaya başladı. Bağırmak için kale arkası tribününü seçen Kızılcıklı ve Nefer gruplayla karşılıklı, UniEsEs'le beraber maçın başlamasını beklemeye koyulduk.

12 Yıl aradan sonra Süper Lig'e çıkan Eskişehirspor, taraftarının da desteğiyle ilk yarı etkili oynadı. Es-Es adına göze ilk çarpan oyuncular Poljak, Vucko ve Youla'ydı. Poljak bu sezon Es-Es'in en iyi transferi olmaya aday, sol ayağı çok etkili ve attığı paslar gözlerin "pas"ını siliyor. Vucko ise hava toplarında etkili gözükse de çok yavaş, defansın arkasına atılan toplarda etkisiz kalıyor. Youla kendi farkını hemen koymuş, iki hareketi tribünleri coşturmaya yetiyor. Youla sakatlanmış olsa gerek ki ikinci yarı oynamadı. Yerine bir başka yeni transfer Lovrek oynadı. İlk yarı baskılı gözüken taraf Eskişehirspor olsa da bu skoru değiştirmeye yetmedi.

İkinci yarıda ise işler biraz daha değişmiş. İ.B.Ş.B. oyuna ağırlığını koymuştu. İki tarafın da cömertçe harcadığı pozisyonlarla beraber Es-Es taraftarları daha coşmuştu. Sesimizin cıktığı kadar karşılıklı Kırmızı-Şimşekler çekiyorduk. Son dakikalarla beraber gelen İ.B.Ş.B. pozisyonlarıyla birlikte endişeye kapılsak da maçı 0-0 bitti. Herşeyin ortada olduğu bir maçtı. Hani şu üç sonuçlu maçlardan.

Maçtan çıkar çıkmaz bizi Eskişehir'e götüren otobüse binip sabah 06.30'a gelirken Eskişehir'e ulaştık. Cumartesi otobüse bindiğimiz yerde inerek sağlam bir uyku çekmek için ev yoluna koyulduk...

Hiç yorum yok: